İlim


Hızır (as)

  • Kur'an'da Kehf suresi 60-82. ayetlerde bahsedilmektedir.
  • Buhari ve Müslim'de Hz. Peygamber de biraz daha detaylı anlatmıştır.
  • Hz. Musa'nın yanındaki genç Yûşâ b. Nûn'dur (Buhari, Müslim)
  • Kur'an'da "kullardan bir kul" olarak nitelendirilen, kendisine rahmet ve ilim verilmiş kişi Hızır (el-Hadır)'dır. (Buhari, Müslim)
  • el-Hadır, yeşil renkli olmak anlamına gelen hadıra kelimesinden türemiştir. Hızır, etimolojik olarak Yeşil'in sembolüdür. Yeşil ise bereket ve hayat demektir. Bu yüzden, bereket ve huzurun olduğu mekanlar için "Hızır uğramış" denilmektedir.
  • Hızır (as) ledünnî ilme, bâtınî ilme sahiptir.
  • Hızır ömürşidin sembolüdür.
  • Sufi çevreler Hızır-Musa ilişkisini, Mürşid-Mürid ilişkisi ekseninde yorumlamışlardır.
  • İbrahim b. Ethem, İbrahim b. el-Havvas, Bayezid-i Bistami, Bişr-i Hafi, Ma'ruf-ı Kerhî, İbn Arabi, Abdulhalık-i Gücdüvani, Ahmed Yesevi, Hızır tarafından irşad edildiklerini ve onunla görüşüp sohbet ettiklerini ileri sürmüşlerdir (Uludağ, 1998: 410)
  • Musa'nın Hızır'la çıktığı yolculuk, müridin mürşidinin rehberliğinde çıktığı içsel yolculuğa tekabül eder.
  • Musa'nın Hızır'la buluştuğu yer olan mecmau'l-bahreyn, şeriat ile hakikat ilminin birleştiği yerdir.,
  • "Yıkık gönülleri düzeltmek"; tezkiye-i nefs ve ruhi arınma ile

Kaynaklar:
Bilal Kemikli, Şiir ve İrfan, İstanbul: Kitabevi, 2009, s. 29-39

İnsanları tanımanın tecrübe edilmesi

Bilgi ve erdem susuzluğu çeken bir genç adam, dış görünüşten insanların karakterini çıkaran bir bilim dalı olan fizyonomi çalışmış. Altı yıl süren çalışmaları Mısır'da gerçekleşmiş ve bu durum kendi evinden uzakta birçok özveride bulunmasına neden olmuş. Fakat sonunda sınavlarını büyük bir başarıyla tamamlayarak, gurur ve mutlulukla ülkesine dönmüş. Yolda gördüğü herkese bilimsel gözle bakıyor ve bilgisini genişletmek için karşılaştığı herkesin yüz ifadesini okuyormuş. Bir gün yüzünde altı özelliğin birden izleri olan bir adama rastlamış. Bu özellikler şunlarmış: Hasetlik, kıskançlık, hırs, açgözlülük, cimrilik ve düşüncesizlik. "Allahım, ne kadar canavarca bir ifade! Böyle bir şeyi daha önce ne gördüm ne de duydum. Teorimi burada deneyebilirim," demiş genç adam. O böyle düşünürken, yabancı çok dostça, kibar ve alçak gönüllü tavırlarla kendisine yaklaşmış ve şöyle söylemiş: "Sevgili şeyh, çok geç oldu ve öbür kasaba çok uzakta. Benim kulübem küçük ve karanlık, ama sizi kollarımda oraya taşırım. Sizi bu akşam misafirim olarak görürsem, benim için büyük bir şeref olur ve varlığınız beni çok mutlu eder!"
Buna şaşıran yolcu kendi kendine düşünmüş, "Ne kadar şaşırtıcı! Bu yabancının sözleri ile korkunç yüz ifadesi arasında büyük fark var." Bunun farkına varmak kendisini iyice korkutmuş. Geçmiş altı yılda öğrendiklerinden şüphe etmeye başlamış ve bazı şeylerden emin olmak için yabancının davetini kabul etmiş. Adam, genç âlimi çay, kahve, meyva suları, pasta ve nargileyle şımartmış, kibarlık, ilgi ve iyiliğe boğmuş. Üç gün üç gece ev sahibi bizim yolcuyu orada tutmayı başarmış. Sonunda âlim ev sahibinin kibarlığına karşı gelebilmiş ve kesin olarak yolculuğuna devam etmeye karar vermiş. Ayrılma zamanı geldiğinde, ev sahibi bir zarf uzatmış ve şöyle söylemiş: "Efendim hesabınız. " Buna çok şaşıran âlim, "Ne hesabı?" diye sormuş. Kılıcın kınından çekilme hızıyla ev sahibi birden gerçek yüzünü göstermiş. Kaşlarını sert bir şekilde çatmış ve kızgın bir sesle bağırmış, "Bu ne yüzsüzlük! Yerken ne düşünüyordun? Bütün bunların bedava olduğunu mu?" Bu sözleri duyan âlim birden kendine gelmiş. Hiçbir şey söylemeden zarfı açmış, birde ne görsün, yediği ve yemediği her şey yüz misli fiyatla yazılmış. Kendinden istenen paranın yarısına bile sahip değilmiş. Zorunlu olarak atından inmiş ve onu ev sahibine vermiş. Daha sonra elbiselerini çıkarmış ve yola koyulmuş. Oradan uzaklaşırken, sevinçle kendinden geçmiş gibi her adımda hoplayıp zıplıyormuş. Uzaktan ise şöyle söylediği duyuluyormuş:"Tanrım şükürler olsun, Tanrım şükürler olsun, altı yıllık çalışmalarım boş değilmiş!"

Nossrat Peseschkian, Doğu Hikayeleriyle Psikoterapi, Beyaz Yayınları, 1998, s. 198-199


       HZ. YUSUF'A SUNULAN ARMAĞAN

·          (Mesnevî, Cilt 1, beyit nu: 3155-3200)
·          
·            Çok uzak yerlerden, kalbi sevgi ve şefkatle dolu bir dost, Hz. Yusuf'a misafir oldu. Çocukluktan beri birbirlerini tanırlardı. Misafir Hz. Yusuf'a, kardeşlerinin yaptıkları cefaları, onların hasetlerini hatırlattı. Hz. Yusuf, “O tecelli, kaza-yı ilahî icabıydı. Bizim Hakk'ın kaza ve kaderinden şikâyetimiz yok” dedi.
·            Dostu Hz. Yusuf'a, “Zindanda ve kuyuda ne haldeydin?” diye sordu. Yusuf (as) şöyle cevap verdi: “Ayın, bedir halinden hilal haline gelmesi gibiydim.” Görmez misin? Ay önce görünmez, sonra hilâl olur da iki büklüm bir halde görünür, fakat sonunda yine gökte bedir haline gelmez mi?
·            Hz. Yusuf, başından geçenleri anlattıktan sonra, “Dostum, söyle bakalım, bize ne armağan getirdin? Hadi, getir bakalım armağanını” deyince misafir, bu istekten utanıp âdeta figan ederek,
·            “Sana getirmek için ne kadar armağan aradıysam hiçbir şeyi beğenmedim, sana lâyık görmedim. Sende olmayan ne var ki ve senin neye ihtiyacın olabilir ki? Tane büyüklüğündeki bir altın kırıntısını alıp da bir madene, bir damlayı alıp da denize nasıl götürebilirim? Senin, benzeri olmayan güzelliğinden başka, bu Mısır ülkesi ambarında her çeşit tohum vardır. Sana münevver bir kalp gibi tozsuz, lekesiz, parlak bir ayna sunmayı münasip gördüm. Ey güneş gibi gökyüzünün nuru olangüzel Yusuf! Ona baktıkça kendi güzel yüzünü görürsün ve kendinden bulunan güzelliği görerek hayran olasın. Ey gözümün nuru, sana ayna getirdim, ona bakıp yüzünü gördükçe beni de hatırlarsın” dedi.
·            Misafir bunları söyledikten sonra koynundan aynayı çıkarıp Hz. Yusuf'a sundu.
·          
·         AÇIKLAMALAR
·          
·            1- Hak Şerleri Hayr Eyler
·             Hz. Yusuf'un hilal'den bedir'e dönüşmesi ile kastedilen, onun kuyudan ve ardından zindandan çıkıp Mızır'a vezir olması ve Peygamber olmasıdır.
·            Kendi günahının cezası olarak değil de hasbelkader çeşitli belalara uğrayan mümin, kadere imanı, sabırla Allah'a tevekkül etmesi sayesinde, şer gibi gördüğü hadiselerin hayırlara vesile olduğunu müşahede edecektir. Nitekim Yusuf (as) kardeşleri tarafından kuyuya atılmasaydı, bulunup satılıp nihayet Mısır sarayına giremeyecekti. Sarayda iken zindana atılmasaydı, kralın rüyasını yorumlayıp veziri olamayacaktı.
·            Hz. Mevlana diyor ki:
·            “Buğdayı toprak altına atarlar, sonra ondan başaklar bağlarlar.
·            O buğdayı tekrar değirmen taşı altında ezerler, o vakit kıymeti artar, çünkü can artıran ekmek olur.
·            Onu tekrar dişlerle çiğneyip ezerler, o zaman da akıl, anlayış ve hayat olur…”
·          
·            2- Dünyada Ahiret İçin Hazırlık Yapmak
·             Hz. Mevlana diyor ki:
·            “Ey yiğit! Dostu görmeye eli boş gitmek, değirmene buğdaysız gitmeye benzer. Yüce Allah bile mahşer günü, halka, “Haşir (Kıyamet) günü için armağanınız nerede? Kendinize gelin! Kıyamet günü için ne armağanınız var, ne getirdiniz? Yoksa tekrar dönüp geleceğinizi ummuyor muydunuz, size bugünün vaadi bâtıl gibi mi göründü?” der.
·            Yemeyi, uyumayı biraz azalt da O'nunla görüşmek için bir armağan götür. Geceleri az uyuyanlardan, seher çağlarında istiğfar edenlerden ol.”
·            Yüce Allah şöyle buyurmuştur:
·            “Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve herkes, yarına ne hazırladığına baksın. Allah'tan korkun, çünkü Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.” (59/Haşr suresi, 18. ayet)
·            “(Ey müminler! Ahiret için) azık edinin. Bilin ki azığın en hayırlısı takvâdır. Ey akıl sahipleri! Benden (emirlerime muhalefetten) sakının.” (2/Bakara suresi, 197. ayet)
·            “Dünya ahiretin tarlasıdır (Dünyada neyi ekersen, ahirette onu biçersin)” denilmiştir.
·          
·            3- Gönlü Allah'a Temiz ve Parlak Sunmak
·          Hikayedeki misafirden maksad Hak yolun yolcusudur. Yusuf'tan murad da Cenab-ı Hak'tır. Ayna ise, ilahi tecellileri yansıtan kalbdir. (Tahirü'l-Mevlevi, Mesnevi Şerhi, Cilt 3, s. 1481)
·            • Yüce Allah her insanın bedenine ruh vermektedir.
·            • Ölüm neticesinde "Küllü şey'in yerciu ilâ aslihi" (Her şey aslına rücu eder)kaidesince beden toprağa, ruh ise geldiği kaynak olan Allah'a döner.
·            • Her insan Allah'a ruhunu/kalbini sunacaktır. Kalp ruhun merkezini ifade ettiği için, hatta bazen ruh ile kalp eşanlamlı kullanıldığı için, ruhun Allah'a sunulması demek, aynı zamanda kalbin Allah'a sunulması demektir.
·            Nitekim Fihi Ma Fih'te Hz. Mevlana aynı hikayenin sonunda şöyle demektedir:
·            “Yüce Allah'ta olmayan ne vardır ve O'nun neye ihtiyacı olabilir? Allah'ın huzuruna, onda kendisini müşahede etmesi için parlak bir gönül götürmelidir. Nitekim bir hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştur: “Allah, sizin sûretlerinize ve yaptığınız işlere değil, ancak gönüllerinize bakar.” (trc. Meliha Anbarcıoğlu, s. 285)
·            • Yüce Allah, her insandan, sunacağı kalbin temiz ve parlak olmasını istemektedir.
·            Kur'an-ı Kerim'de, “Kıyamet öyle bir gündür ki o gün ne malın, ne evladın faydası olur. Ancak kalb-i selîm ile Allah'ın huzuruna çıkabilenler kazanır.” (26/Şuara suresi, 88-89. ayetler) buyurulmuştur. Ayetteki selîm kelimesi, 'tertemiz', 'her lekeden arınmış', 'mânen sıhhatli' demektir.
·            Peygamber Efendimiz (sav) de, “Allah'ım senden kalb-i selîm isterim” (Tirmizi, Deavat 23) şeklinde dua etmiştir.
·            Peygamberimiz, "Allah sizin şekillerinize ve suretlerinize değil, kalplerinize ve amellerinize bakar." (Müslim, Birr 34) buyurarak, Yüce Allah'ın ahirette kişinin kalp temizliğine ve parlaklığına bakacağına dikkat çekmiştir.
·            • Yüce Allah, kişinin kalbine baktığında kendi Cemâlini, kendi güzelliğini görmek istemektedir. Çünkü Peygamber Efendimizin de bildirdiği gibi, “Allah Cemîl'dir, Cemâl'i sever.” (Müslim, İman 147)
·            • Kalbin yaratıcısı ve sahibi olan Yüce Allah, o kalp aynasının nasıl kirlendiğini ve nasıl temiz tutulabileceğini bildirmiştir. Buna göre; insanların kalp temizliğini sağlayabilmesi, Kitabullah'a ve Resulullah'a uymakla; iman, ibadet, zikir, salih ameller ve güzel ahlakla mümkündür.
·            Örneğin Hz. Peygamber “Her şeyin cilası vardır. Kalbin cilası da Allah'ı zikretmektir.” (Beyhaki, Şuabü'l-iman, cilt 1, s. 396, nu: 522) buyurmuştur.
·            İlahi yasaklar, haramlar ise kalbi kirleticidir. Nitekim Peygamberimiz şöyle bildirmiştir: “Kul bir günah işlediği zaman, kalbine siyah bir nokta yani kara bir leke vurulur. Şayet pişman olur, tevbe ve istiğfar ederse kalbi cilalanır, parlar.” (Tirmizi, Tefsir 83)

Sosyal yaşamda yüksek IQ’lu birinin başarısız olması ve normal IQ’lu birinin ise oldukça başarılı olması birçok bilim adamını şaşırtmıştır. Acaba bunun nedeni nedir? Amerikalı psikolog Daniel Goleman (d.1946) ise, IQ’dan farklı olarak, sosyal zekâ olarak da adlandırılabilecek Duygusal zekâ (EI = Emotional Intelligence) kavramından bahsetmiştir. EQ (Emotional Quotient = Duygusal bölüm/katsayı), duyguların, dürtülerin ve iletişimin hayatta ne kadar doğru kullanıldığını belirtir. EQ; “duyguları ifade etme ve anlama, empatik ilişki kurma, mizacı kontrol etme, bağımsız hareket etme, çevreye uyum sağlayabilme, bireylerarası sorunları çözme, sebat etme, sevecen davranma, nezaket ve saygı gösterme” şeklinde özetlenebilir.[1] Ömrümüzün gençlik yıllarından sonra çok az değişen IQ’nun tersine, duygusal zekâ ömür boyunca ve tecrübelerimizden yararlanılarak gelişmeye devam etmektedir[2].
Kişinin seçeceği mesleğe göre, IQ ve EQ katsayıları önem kazanır. IQ bazı işlerde başarılı olmaya yetebilir. Örneğin zekâ katsayısı iyi olan bir kişi iyi bir fizikçi olabilir ve hatta birçok buluşa imza atabilir. Ancak kişi, insanlarla iç içe olan bir meslekle uğraşmak ve başarılı olmak isterse, o zaman IQ tek başına yetmeyecektir; aynı zamanda iyi bir EQ katsayısına da sahip olmalıdır. Örneğin bir şirkette ideal bir yönetici olmak için bireyin EQ katsayısı yeterli seviyede olmalıdır.[3] Darb-ı mesel olarak söylenen; “Oğlum sana vali olamazsın demedim, adam olamazsın dedim” sözü de sosyal hayatta IQ ile EQ ayrımını ifade etmektedir. Toplumsal hayatta EQ’nun IQ’dan daha önemli olduğuna, şu örnek çarpıcı bir delil teşkil etmektedir: “Onun evliliğinin daha üçüncü yılında karısı, arkadaşlarına, sevgiye aç olduğundan söz etmeye başlamıştı. Aşk evliliği olarak başlayan ilişkisi, beşinci yılına varmadan çatırdamaya başladı. Karısına koştuğu şart şuydu: “Seninle evli kalmamı istiyorsan; 1) yemeğim üç öğün düzenli olarak odama gelecek, 2) Benden dostluk veya yakınlık beklemeyeceksin, 3) Bunlardan şikayet de etmeyeceksin!” Ancak evliliği, on birinci yılda boşanma ile sonuçlandı. Boşanmasının ardından, çocuklarından ayrılmanın üzüntüsü ve aşırı çalışması, beraberinde şiddetli bir mide ülseri getirdi. Hastalığı sırasında kendisiyle ilgilenen kuzeniyle bir mantık evliliği yaptı. Ama sürekli olarak, başka kadınlarla kısa ilişkiler kurdu. Duygusal hayatında gerçekten mutlu olduğu uzun bir dönem hiç yaşamadı. Zaman zaman bu yüzden fiziksel sağlığını da kaybetti. Dünyanın belki de gelmiş geçmiş en zeki adamından bahsediyoruz: IQ’su sıradan insanlarla kıyaslanmayacak kadar yüksek bir dahi! Nobel Fizik Ödülü sahibi! Keman çalan! Mükemmel satranç oynayan! Albert Einstein!” Velhasıl, insan kendini bile mutlu edemiyorsa, akıllı/zeki olmasının kime ne faydası var?




[1] Güney, a.g.e., s. 233-237
[2] Güney, a.g.e., s. 231
[3] Ömer Baldık, Ansiklopedik Eğitim ve Psikoloji Sözlüğü, s. 306; Güney, a.g.e., s. 231




İBN-İ KEMAL


Fakih, tarihçi, müfessir, kelâmcı, edip ve şair olan Şeyhü'l-İslâm İbn-i Kemal'in asıl adı Şemseddin Ahmed b. Süleyman'dır. Fatih devrinin ileri gelen devlet adamlarından Kemal Paşanın torunu olması sebebiyle, İbn-i Kemal ismiyle şöhret bulmuştur.1 İbn-i Kemal, en meşhur Osmanlı şeyhü’l-İslâmlarındandır.

1468 veya 1469 yılında doğmuştur. Doğum yerinin Edirne veya Amasya olduğuna dair rivayetler bulunmakla beraber, Tokat'ta doğmuş olması kuvvetli bir ihtimaldir.2 Babası, Fatih devri kumandanlarından Süleyman Beydir. Annesi, yine Fatih devrinin âlimlerinden İbn-i Küpelî'nin kızıdır.3

İbn-i Kemal, ailesinin yanında iyi bir eğitim aldıktan sonra, baba mesleği olan askerliği seçti. Bir süre askerlik mesleğini icra etti ve çeşitli seferlere katıldı. Onun askerliği bırakıp ilme yönelmesi de bu seferlerden birisinde gerçekleşen bir hâdiseye dayanmaktadır. II. Bayezid devrinde, 1492 yılında, Arnavutluk tarafına bir sefer yapılmaktadır. Ordunun başında ikinci vezir Çandarlı Halil Paşanın oğlu İbrahim Paşa bulunmaktadır. Genç bir sipahi olan İbn-i Kemal de ordudadır. Vezir İbrahim Paşa Filibe'de Divanı toplamış ve herkes protokoldeki yerini almıştır. Vezirin hemen yanında dönemin meşhur akıncı beylerinden Evrenoszade Ahmed Bey bulunmaktadır. Herkes onun anlattıklarını dinlemektedir. Bu sırada ilmiye mesleğinden, mütevazı kıyafetler içinde bir adam meclise gelmiş ve herkes saygı ile kendisine yer vermiştir. O da geçmiş ve Evrenoszade'nin üst tarafındaki yere oturmuştur. Mecliste bulunanlar, bu sefer de onun anlattığı ilmî meseleleri saygıyla dinlemeye başlamıştır. Bu duruma İbn-i Kemal çok şaşırır. Bu mütevazı âlimin, Filibe'de günlük 30 akçe ile müderrislik yapan Tokatlı Molla Lütfi olduğunu öğrenir. İbn-i Kemal, burada bir âlime gösterilen saygının büyüklüğünü görünce, Molla Lütfi gibi bir âlim olmaya karar verir. Bu sırada Molla Lütfi'nin de görev yeri değişmiş ve Edirne'deki Daru'l-Hadîs Medresesi'ne tayin edilmiştir. İbn-i Kemal sefer sona erdikten sonra Edirne'ye gider ve Molla Lütfî'nin ders halkasına katılır.4

Büyük bir gayretle ilme sarılan İbn-i Kemal, kısa sürede ilimde büyük mesafe kateder, diğer talebeleri yakalar ve geçer. İbn-i Kemal altı yıl kadar Molla Lütfi'nin ilim halkasında kalır. 1498'de Molla Lütfi'nin ölümünden sonra Muslihiddin Mustafa Kestelli, Muhyiddin Mehmed Hatipzade ve Sinaneddin Yusuf Muarrilzade'den ilim tahsil eder ve müderris olur. İlk olarak 1505/1506 yılında günlük 30 akçe ücretle Edirne Taşlık Ali Bey Medresesi'ne tayin edilir. Daha sonra kendisine II. Bayezid tarafından tarih yazıcılığı görevi verilir ve 30.000 akçe ihsan edilir. İbn-i Kemal meşhur tarihini bu vesileyle kaleme alır. 1511–1512 yılında 40 akçeli Üsküp İshak Paşa Medresesi'ne tayin edilir. Bu dönemde Seyyid Şerif Cürcani'nin Şerhu'l-Miftah adlı eserine bir haşiye kaleme almıştır. Daha sonra yine Edirne'deki Halebiyye Medresesi’ne, Üç Şerefeli Medrese'ye ve İstanbul'daki Sahn-ı Seman Medresesi'ne tayin edilir.5

II. Bayezid döneminde yukarıdaki vazifelerde bulunan İbn-i Kemal, Yavuz zamanında da yükselmeye devam eder. 1516 yılında Çaldıran Seferi dönüşünde Edirne Kadılığı'na ve aynı yıl içerisinde de Anadolu Kazaskerliği'ne getirilir. Yavuz Selim ile Mısır Seferi'ne katılır. Mısır Seferi sırasında Yavuz ile İbn-i Kemal arasında ilginç hâdiseler meydana gelmiştir. Bu hâdiseler padişahın âlime olan saygısını ve İbn-i Kemal'in yüksek ilmini göstermektedir. Sefer dönüşünde İbn-i Kemal'in atının ayağından sıçrayan çamur, Yavuz Selim'in kaftanına bulaşmıştı. Padişah hiddeti ile meşhur olduğu için İbn-i Kemal endişelenmiş ve mahcup olmuştu. Bunu gören Yavuz: 'Endişe etmeyiniz. Ulemanın atının ayağından sıçrayan çamur bizim için ziynettir. Öldüğümde bu çamurlu kaftanı üzerime seresiniz.' demiştir." 
6 Vefat ettiği zaman bu kaftan türbesinin üzerine örtülür. Halen bu kaftan türbede muhafaza edilmektedir. Bu hâdise padişahların ilme ve ilim adamlarına olan saygısını gösteren pek çok örnekten bir tanesidir.

Mısır Seferi sırasında padişah, İbn-i Kemal ile ilmî sohbetler yapıyor ve ilmî konularda yardımına başvuruyordu. Meselâ, Ebu'l-Mehasin Yusuf Cemalüddin'in (V:1469) En-Nücumu'z-Zahire Fi Mülüki'l-Mısır Ve'l-Kahire isimli Mısır tarihini Yavuz'un emri üzerine süratle tercüme etmiştir. Öyle ki, her gece bir cüz tercüme eder, Şeyhizade'ye temize çektirir ve ata bineceği sırada padişaha takdim edermiş.7

İbn-i Kemal, Mısır Seferi ile ilgili olarak kaleme aldığı bir risalesinde, Enbiya Suresi'nin 105. âyetinden hareketle, cifîr ilmi kurallarına göre Yavuz'un Mısır'ı fethedeceğini, bunun kolay olacağını, gününü ve yerini ayrı ayrı ortaya koymuştur.8

Yine Mısır Seferi sırasında Yavuz, Karaman'dan geçilirken, orada görülen şiddetli hortum ve fırtınanın hikmetini İbn-i Kemal'e sorar. İbn-i Kemal de şu cevabı vermiştir: "Karaman ülkesinin payitahtı Mevlana'nın mehbit-ı envar (nurların indiği yer) olduğundan o diyarın dağı, taşı ve toprağı sema etmektedir."9

Mayıs-Haziran 1526'da Zenbilli Ali Cemali Efendinin vefatı üzerine şeyhü’l-İslâmlığa getirilir ve Mayıs 1536'da vefat edene kadar bu görevde kalır. Edirnekapı'da Emir Buhari Camii'nin yanındaki Mahmud Çelebi zaviyesine defnedilir.10

İbn-i Kemal hoşsohbet, zarif, nüktedan ve güler yüzlüydü. Türkçe, Arapça ve Farsça şiirler yazmıştır. Bunlardan Türkçe Divan’ı ve 10.000 beyitlik Yusufu Zeliha Mesnevisi ve Yavuz'un vefatı üzerine yazdığı mersiye; en meşhurlarındandır. İbn-i Kemal'in şairliği ve sanatkârlığı ilminin yanında gölgede kalmıştır. Fakat o başarılı şiirler yazmıştır.11
Şeyhü’l-İslâm İbn-i Kemal’in
Yavuz Sultan Selim
Mersiyesi’nden bir bölüm: 

...
Az müddetde çağ iş etmişdi,
Sâyesi olmuş idi âlem-gîr.

Şems-i asr idi asırda şemsün
Zılli memdûd olur, zamânı kasîr.

Tâç u taht ile fahr eder beğler
Fahr onunla ederdi tâc u serîr.

Gönli ol sûrda bulurdı sürûr
Ki çala ağırıydı tîg ü nefîr.
...
Öldi Sultân Selîm hayf u dirîğ
Hem kalem ağlasun anı hem tîğ
....

(Az zamanda çok işler başarmıştı. Onun gölgesi bütün cihanı kaplamıştı.
Sultan Selîm devrinin güneşi idi. İkindi gölgesi uzar ama zamanı kısadır.
Bazı hükümdarlar, tahta çıkmak ve tâç giymekte övünürlerdi, halbuki onun tahtı ve tâcı, böyle bir hükümdâra ait oldukları için övündüler.
Onun gönlü kılıcın çaldığı, borunun çağırdığı bir düğünde eğlenirdi.
...
Öldü Sultan Selîm, eyvah göçüp gitti. Artık ona hem kılıç, hem kalem ağlasın.)


İbn-i Kemal, Osmanlı'nın ve İslâm âlemin ileri gelen âlimleri arasındadır. Dini ilimlerin yanısıra, felsefe ve tıp gibi ilimlerde de eserler kaleme almıştır. Bu açıdan eskilerin ifadesiyle kendisine "hezarfen" dense yeridir. Verdiği fetvalar İslâm âleminde şöhret bulmuş ve kendisine Müftiü's-Sekaleyn, yani insanların ve cinlerin müftüsü unvanı verilmiştir. Kendisini Süyuti ile kıyaslayanlar, dirayet ve muhakeme açısından ondan üstün, rivayet açısından ondan zayıf kabul ederler. Ebu’sSuûd Efendi ile kıyaslayanlar ise, her ikisini de fıkıh, kelâm ve usûlde derin bilgi sahibi görmekle birlikte, İbn-i Kemal'in tasavvuf, hikmet, tarih, Türkçe şiir itibariyle üstünlüğüne, Ebu’sSuûd Efendinin ise edebiyat, üslûp, ahenkli beyan, Arapça şiir yönüyle üstünlüğüne hükmetmektedirler.12

İlmî dirayetini gösteren hâdiselerden birisi, Molla Kâbız meselesidir. Peygamber Efendimiz'den (sas) Hz. İsa'nın (as) üstün olduğunu savunan Molla Kâbız, bu fikirlerini halk arasında yaymaya çalışmaktadır. Bu hali gören bazı gayretli âlimlerin şikayetleri üzerine Molla Kâbız saraya çağrılmış ve Sadrazam Makbul İbrahim Paşanın huzurunda Rumeli Kazaskeri Muhyiddin Çelebi ve Anadolu Kazaskeri Kadiri Çelebi karşısında fikirlerini ispat etmesi istenmiştir. Molla Kâbız, gerçekten de fikirlerini güzel bir şekilde savunmuş ve kazaskerler kendisini ilzam edememiştir. Çünkü onlar bulundukları yüksek makamı dolduracak ilme sahip değillerdir. Sadrazam İbrahim Paşa ise, kazaskerlere; "Bu adamın suçu ne ise onu bulup söyleyin, kafasındaki düğümleri çözün ve suçunu ispat ettikten sonra katline hükmedin." demiş ve Molla Kâbız'ı serbest bırakmıştır. Olanları Adalet kulesinde pencere arkasından, izleyen Kanuni oldukça sinirlenmiş ve sadrazama "Bir sapık divanıma gelir ve Peygamberimiz Hazretlerinin yüksek şanına gölge düşürür, saçma sapan konuşmaya cüret eder ve susturulamadan huzurumdan çekip gider. Buna sebep nedir?" diye İbrahim Paşaya çıkışır. Sadrazam İbrahim Paşa ise: "Ne edelim, kazaskerlerimiz şeriat meselelerinde bilgin değillerdir ki o melunu sustursunlar." diye cevap verir. Kanuni bunun üzerine, Şeyhü’l-İslâm İbn-i Kemal ve İstanbul kadısı Sadi Çelebi'nin (v: 1538) huzurunda Molla Kâbız'ın tekrar dinlenmesini emreder. Şeyhü’l-İslâm İbn-i Kemal, çok yumuşak bir tutumla Kâbız'ın iddialarını sorar ve sabırla anlattıklarını dinler. Molla Kâbız, âyet ve hadîslerden deliller getirmeye çalışarak iddialarını dile getirir. Sonra Şeyhü’l-İslâm, karşısındakinin meseleleri yanlış anladığını ilmî metotlarla ortaya koyar ve doğrusunu ona anlatır. Böylece gerçek meydana çıkmış olur. Molla Kâbız'ın dili tutulur ve ilzam olur. Şeyhü’l-İslâm İbn-i Kemal: "İşte gerçek meydana çıktı, başka sözün var mıdır? Bu dipsiz inançtan döner ve doğruyu kabul eder misin?" diye sorar. Fakat Kâbız bildiğinden şaşmaz. Bunun üzerine Şeyhü’l-İslâm Kadı Sadi Çelebi'ye dönerek; "Fetva işi tamam oldu, şeriata göre gereğini siz hükmedin." der. Sadi Çelebi, Molla Kâbız'a; "Ehli sünnet ve cemaat üzere doğru inanç yoluna girdin mi?" diye sorar. Fakat Kâbız yine sözünden dönmez. Bunun üzerine de Kadı Sadi Çelebi, Kâbız'ın idamına karar verir ve hüküm infaz edilir.13
Şeyhü’l-İslâm İbn-i Kemal’in
şiirinden örnekler: 


Kısmetindir gezdiren yer yer seni,
Arşa çıksan, âkibet yer yer seni.
*
Eline nefsinin verip kazma,
Yoluna kimsenin kuyu kazma.
*
Her ki gayrın yolundan kazdı kuyu,
Kendi düştü kuyuya yüzü koyu.
*
Nâ-ehil olur muârız-ı ehl,
Her Ahmed'e bulunur Ebu Cehl.
*
Göz yum cihandan, aç gözünü kendi hâline,
Sen göz yumup açınca, bu dünya gelir gider.
*
Ölümden kurtuluş yokdur cihanda,
O derdi çekmez olmaz üns-ü canda.
*
Kişinin ömri çünkim âhır ola,
Yeg oldur kim gâzâ yolunda öle.
*
Tiz olma teemmül kıl
Her hâle tahammül kıl
Allah'a tevekkül kıl
Tedbiri bozar takdir.


Eserleri
İbn-i Kemal, Osmanlı ulemâsının en bülendlerindendir. Tarih, şiir, felsefe, tıp, fetva gibi konular üzerine 200'e yakın eseri vardır. Dakâyıku'l-Hakâyık, Yûsuf u Züleyha, İdrîs-i Bitlisî'nin Heşt-Behişt Tercümesi, Zagyir ve Tenkîh, Islâh-ı Mefatih, Keşşâf'a Na-tamâm Bir Haşiye, Şerhu Mefatih, Mühimmat, Makîtu'l-Luga ve Osmanlı Tarihi.

Medar-ı iftiharımız olan böyle bir allâmeyi üç beş cümle ile ifade etmenin zorluğu ortadadır. Burada anlatılanlar, onun hakkında fikir verici mahiyettedir. Netice olarak, İbn-i Kemal Hazretleri, beş asırdır ilim dünyamızı aydınlatmaya devam etmektedir.


_________________

Dipnotlar:
1) Mehmed Süreyya, Sicill-i Osmani, yayına haz. Mustafa Keskin, Ayhan Öztürk, Hamdi Savaş, Havva Kurt, İstanbul 1997, c. 4/ı, s. 93; Peçevi İbrahim Efendi, Peçevi Tarihi, haz. Bekir Sıtkı Baykal, Ankara 1992, c. l, s. 41.
2) İsmail Hami Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, İstanbul 1948, c. 2, s. 430.
3) Ahmet Uğur, Kemalpaşazade İbn-i Kemal, Ankara 1996, s. 9; Sayın Dalkıran, İbn-i Kemal ve Düşünce Dünyamız, İstanbul 1994, s. 39-40; Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuk-u İslâmiye ve Istılahat-ı Fıkhiyye Kamusu, c. l, s. 409.
4) İskender Pala, "Kemalpaşazade", Osmanlı Ansiklopedisi, İz Yayıncılık, İstanbul 1996, C. 2, s. 158; Uğur, s. 11, Dalkıran, s. 40-41.
5) İlmiye Salnamesi, yayına haz. Seyit Ali Kahraman, Ahmed Nezih Galitekin, Cevdet Dadaş, İstanbul 1998, s. 299; Dalkıran, s. 42; Uğur, s. 12-13.
6) Dalkıran, s. 43.
7) İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, Ankara 1983, s. 2, s. 670.
8) İbn-i Kemal, Fethi Mısr Hakkında Vaki Olan İma ve İşaret, S.K., Esad Efendi, n. 3729, v. 136a-138a, zikreden Dalkıran, s. 46.
9) Dalkıran, s. 43.
10) Uzunçarşılı, s. 670; Yılmaz Öztuna, Türkiye Tarihi, İstanbul 1965, c. 6, s. 180.
11) Uzunçarşılı, s. 671, Öztuna, s. 180; Bilmen, s. 411.
12) Bilmen, s. 410.
13) Peçevi, s. 95-96; Uğur, s. 23. 

http://sabankarakose.blogspot.com/2010/10/ogretmen.html

BİR ÖĞRETMEN MODELİ OLARAK PEYGAMBERLER


"Ben muallim olarak gönderildim"
* Okuyarak, sorarak, ilmini artırarak kendini geliştirecek (96/1, 7/163) Hizmet öncesi ve hizmet içi eğitime alınacak 73/1-7, 75/17-19
* Görev yapacağı toplumun içinden seçilecek
* Örnek bir ahlaki yaşantıya sahip olacak (Müddessir, kalem suresi)
* Ahlakı eğitim programına uygundur64/4
* İnsanlarla ve hayatla iç içedir
* En bariz vasfı merhametli oluşudur
* Güvenilirdir (7/68; 
26/107-109, 125-127, 143-145, 162-164, 178-180)
* Öğrettiklerine uygun yaşar (
11/112; 26/107-109, 125-127, 143-145, 162-164, 178-180)
* Menfaatçı değildir, öğretmenliği parası için yapmaz, eğitim gönüllüsüdür (
26/107-109, 125-127, 143-145, 162-164, 178-180)
* Yaşantısı doğrudur ve bu haliyle başkalarına örnek olabilmektedir; yaşantısı dahi bir eğitici programdır 11/112, 22/67, 23/73, 36/4, 42/52, 43/43, 43/61, 64/4
* Peygamberin misyonu 45/48 ve görevleri 2/151
* Etkili konuşur 4/63
* Öğretim yöntemleri: "okuma", "soruya cevap verme", "tebliğ etme (bildirme)" 5/67, "beyan etme (açıklama)", "öğüt verir, nasihat eder"87/9, 50/45, 6/70, 51/55, 88/21, 52/29; "davet eder"28/87, "açıkça söyler, ilan eder (kul)", "sorarak öğrenme (es'el)", "hikaye et, kıssa anlat, kıssadan hisse öğret" 7/176, "emreder", "teşvik et", "affetme", "istişare etme", "dua eder", "uyarır" 7/1-2, 19/39, "haber verir", "tartışır" 16/125
* Yanlış tutum ve davranışlar karşısında affedici ve eğitici, yapıcı yaklaşır 7/199-200, 23/96
* Öğrencilerinin eğitimi ve başarısı için endişelenir (18/6; 15/97; 26/3)
* Müjdeler (tebşir) 36/11, uyarıda bulunur, dikkat çeker (inzar)
* Otorite/yazar tarafından eğitilir
* Dış görünümüne dikkat eder, temiz ve düzenlidir (Müddessir)
* Sonuç almak için sabırlıdır, bireysel ve toplumsal değişimde acele etmez, istikrarlıdır (68/48, Müddessir, 19/65, 84; 11/115, 16/127, 70/5, 71/5-9, 21/87-88)
* Programa uyar, programın hedeflerini saptırmaz, taviz vermez 6/106, 42/15, 43/43, 18/27-30, 33/2
* Kitabı ve programı tekrar tekrar okur, çok iyice anlar, sımsıkı bağlı kalır 73/4-5, 20/114, 43/43, 29/45
* sosyo-Ekonomik durumu kötü olanları başından savmaz, onlara ilgisiz davranmaz, onları azarlamaz, kovmaz 93/9-10, 6/52
* Boş durmaz, bir işten diğer işe koşturur, tatil yapmaz, sürekli çalışır (94/7)
* Bazı kimselerle ilgilenmekten vazgeçebilir, yüz çevirebilir 51/54, 32/30, 52/45, 70/42
* Başarı hususunda Allah'a tevekkül eder (8/62-64; 28/85, 25/58-59, 27/79, 11/123, 18/23-24, 3/159, 33/3)
* Mutevazı ol 15/88
* Cahilce davranma, cahillik etme 6/35
* Tasalanma, kederlenme, mahzun olma 68/44, 16/127
* Gözlem yapar 67/3-4
* Cimri ve müsrif olmaz 17/..
* Hedefinden şaşmaz, dosdoğru olur, istikametini doğru tutar 11/112, 10/109, 42/15
* Dünya malına ve menfaatlerine göz dikmez, böylelerine imrenme 20/131, 15/88, 9/85
* Değerlerine saldıran, küçümseyen ve alay edenlerle birlikte olmaz 6/68
* Faydasız tartışmalara girmez 18/22
* Eğitimin amaçları uğruna mücadele eder ve örgütlenir 4/84
* Aldanma 63/4
* Kararlı davranır
* Adilane hüküm verir
* Eğitimde gevşeklik göstermez, boşvermişliğe düşmez, lakayd davranmaz (Müddessir, 30/60)
* Düşmanların alay, sataşma, iftiralarına karşı uyanık olur ve aldırış etmez, sabreder, kavgaya girmez 73/10, 50/39, 38/17, 27/70, 4/63, 81
* Baskıcı, zorla öğretici değildir 50/45, 88/21-22, 10/99, 6/107, 42/48
* Geçmiş öğretmenlerin hatıralarından istifade eder, geçmişten örnekler verir 38/17, 45; 19/16, 41, 51, 54, 56; 20/130; 26/69, 21/78, 83, 85, 87, 89, 91
* Emekli öğretmenlerden yararlanır 10/94-95, 63/45
* Kitap hakkında ve görevinde şüpheye düşmez 7/1-2, 2/147
* Akrabanı, yakın çevreni eğit 26/214
* Öğrencilere şefkatli davran, kol kanat ger 26/215
* Eğitim felsefesine aykırı görüşlere uymaz (26/216-217, Kafirun suresi, 28/87, 10/104-109, 5/48-49)
* Şeytani, kötü, zararlı düşüncelerden sakınır 39/66, 41/36
* peygamberlere şeriat 45/18 ve kitap verilmiştir. ona uymalıdır 45/18
* Hikmet ve güzel öğütle eğitim-öğretim yapar 16/125
* Toplumda kötülüğü yayanların etkililiği, imkanları seni yıldırmasın 3/176, 196 Onlarla mücadele et 66/9
* Toplumsal duruma ve gelişmeleri takip eder, duruma şahitlik eder 33/45
* Eğitim-öğretimin sonuçlarını iyi ölç, aldanma 5/41-42
* Dünyevi menfaatler ve ticari kaygılarla yazılan kitaplara karşı dikkatli olmak 2/79
* Toplumun ortak dilinde, anadilde, öğrencilerin ana dilinde eğitim verecek
* Her bir öğrenciyi kazanmaya çalışır. 26/3
* İnsanlara ve topluma ulaşmada çeşitli yöntemler kullanır (71/5, 8, 9)
* Kaba davranmaz 3/159, yapıcı davranır 7/199
* Kılık kıyafetinin, yaşantısının, yakın çevresini düngüz ve temizliğine dikkat eder, kötü işlere bulaşmaktan sakınır, sakındırır 74/
* Öğrencilerine saygılı davranmalı, hiçbirini küçümsememeli 31/18, 80/1
* öğrenciyi lakabıyla çağırmamalı 49/2
* eğitim ortamındakilerle selamlaşmalı 4/86, 24/27,61
* öğrencinin kusurunu araştırmamalı 49/12
* öğretmen eşleri, kılık-kıyafet, söz, davranış ve ilişkilerinde saygın olmalı 33/32
* Öğretmen ölse de eğitim-öğretim devam eder.  3/144
* Öğretmen ve Kitap uyum içindedir.
* Özür dileyen öğrencilerinin kusurlarını affedicidir, affedilmesi için çabalar 4/64-65
* Öğretmen boşluğu acilen doldurulmalıdır 5/19
* İyiliği emreder, kötülükten sakındırır, rehabilite eder, 7/157
* Öğretmene "iman etmek" gerekir.
* Hayatta işe yarayacak şeyler anlatır 8/24
* Öğretmene hainlik ve eziyet eden, düşmanlık eden, karşı gelen/koyan, inciten cezalandırılır 8/27, 9/61, 63, 33/57, 58/5, 20, 72/23
* Öğretmene saygıyla hitap edilmelidir 24/63
* Derste öğrenciler öğretmenin huzurunda sesini yükseltemez 49/1-3
* Arkadaş gibidir 53/1-4

KAYNAK: Ali Akyüz, 114 Kod -Hz. Peygamber'in Düşünce Davranış Konuşma Atlası, İstranbul: Timaş Yayınları, 2010
http://sabankarakose.blogspot.com/search/label/%C4%B0LET%C4%B0%C5%9E%C4%B0M

İNSANLARLA ETKİLİ İLETİŞİM


İnsan için “fizyolojik” ihtiyaçların yanı sıra “psikolojik” ihtiyaçları da çok önemlidir. Her insan, fizyolojik olarak var olduğu gibi, psikolojik olarak da var olabilmek için “fark edilmek”, “umursanmak”, “kabul edilmek”, “anlaşılmak”, “değer verilmek”, “sevilmek” istemektedir.[1]

LÜTFEN BENİ UMURSA!

İnsana dünyanın en dayanılmaz işkencesini yapmak isterseniz, onu umursamamanın baskın olduğu sosyal bir ortama koyun. En acı ve ıstırap verici bedensel işkence bile, umursamamaya tercih edilir. Çünkü bedensel işkenceyi yapan, işkence yaptığı kişinin varlığını kabul etmiş olmaktadır.[2] Hikmetli Kur’ân’da şöyle bildirilmektedir: “Allah, (Tebük seferine katılmaktan kaçınan ve) geri bırakılan üç kişinin de tevbelerini kabul etti. Yeryüzü, bütün genişliğine rağmen onlara dar gelmiş, vicdanları da kendilerini sıktıkça sıkmıştı…”[3] Çünkü diğer sahabilere, cihaddan geri kalan bu üç sahabiyi umursamamaları, ilişkilerini tamamen kesmeleri, selamlarını dahi almamaları emredilmişti. Bu yüzden de dünya o üç sahabiye dar gelmişti.

LÜTFEN BENİ KABUL ET!

Kabul edilen, kişinin kendisidir. Onaylanan ya da onaylanmayan ise onun davranışlarıdır. Hataların değil, ama insanların yanında olunmalıdır.[4]

Hikmetli Kur’ân’da şöyle buyurulmaktadır: “Eğer isyan ederlerse, de ki: Ben sizin yaptıklarınızdan uzağım.”[5] Görüldüğü gibi âyette, “ben sizden uzağım” denilmedi, “yaptıklarınızdan uzağım” denildi.[6]

Sahâbe-i kirâmdan Ebu’d-Derdâ (ra), günah işlemiş bir adam hakkında, “Ben ona değil, yaptığı işe kızıyorum. Yaptığı kötülüğü terk ettiği zaman o yine benim kardeşimdir” demiştir.[7]

LÜTFEN BANA DEĞERLİ OLDUĞUMU HİSSETTİR!

Hikmetli Kur’ân’da şöyle açıklanmaktadır:

“Yemin olsun, size kendi içinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, müminlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir.”[8]

“(Ey Rasûlüm! İnsanların bir kısmı, ulaştırdığın mesaja) inanmıyorlar diye (üzüntüden) neredeyse kendine kıyacaksın!”[9]

“Onlar bu mesaja inanmak istemiyorlarsa, (inansınlar diye) kendini mi tüketeceksin.”[10]

Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sav) de şöyle bildirmiştir: “Allah’ın, senin vasıtanla bir kişiye hidayet vermesi, senin için, güneşin üzerine doğup battığı her şeyden daha hayırlıdır.”[11]

Hz. Ali (ra) şöyle rivayet etmiştir: “Hz. Peygamber (sav), birlikte oturduğu kimselerin seviyelerine göre, her birinin hâl ve hatırlarını sorarak onlara iltifat ederdi. Çevresindekilere öylesine candan davranırdı ki, birlikte oturduğu kimselerin hepsi de Rasulullah nezdinde en değerli insanın kendisi olduğu zehabına kapılırdı.”[12]

Efendimizin şu hadis-i şerifinde belirtilen hususlar da kişiye değer verildiğini gösterir: “Müslüman Müslüman’ın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu teslim etmez (tehlike karşısında yardımsız bırakmaz). Kim kardeşinin bir ihtiyacını karşılarsa Allah da onun bir ihtiyacını karşılar. Kim Müslüman’ın bir sıkıntısını giderirse Allah da onun kıyamet günü sıkıntılarından birini giderir. Kim Müslüman’ın bir ayıbını örterse Allah da kıyamet günü onun bir ayıbını örter.”[13]

KİŞİ SEVDİĞİ İLE BERABERDİR.[14]

Sevenler, daha çok sevilir.[15] Bizi sevdiklerini bildiğimiz insanları severiz.[16] İnsanlar beni severlerse, fikirlerimi de severler.

Peygamberimiz (sav) şöyle bildirmiştir: “Kişi dostunun dini üzeredir. Öyleyse her biriniz, kiminle dostluk kuracağına dikkat etsin.”[17] “Mümin, ülfet eden ve ülfet edilen kimsedir. Ülfet etmeyen ve ülfet edilmeyen kimsede hayır yoktur.”[18]

İnsanların sevgi dilleri farklıdır: Peygamberimiz (sav) şöyle bildirmiştir: “İnsanlara menzillerine (konumlarına, durumlarına) göre davranın.”[19] İnsanların gönül dili, sevgi dili, değer dili birbirinin aynı değildir, farklı farklıdır. Mesela; Çinceden başka bir dil bilmeyen bir insana hitaben, Türkçe olarak ne kadar “seni seviyorum”, “sana değer veriyorum” desek, meramımızı anlatamamış oluruz. Bunun içindir ki muhatabımızın anlayacağı dili öğrenmek gerekir.

İnsanların birincil sevgi dilleri 5 tanedir:

1- Onay sözleri: Sevginizi, beğeninizi, takdirinizi iletecek güzel sözler

2- Nitelikli beraberlik: Zaman ayırmak ve bütün ilgi ve dikkati ona yoğunlaştırmak; yapmaktan hoşlandığı bir şeyi içtenlikle yapmak

3- Armağan almak,

4- Hizmet davranışları: İşlerinde ona yardımcı olmak, hizmet etmek,

5- Fiziksel temas: Sarılmak, kucaklamak, saçlarını okşamak, sırtını sıvazlamak, ellerini tutmak, dokunmak, masaj yapmak, öpmek vs.[20]

Güzel söz:

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

“Onların içlerine işleyecek, ruhlarına nüfuz edecek söz söyle.”[21]

“Kendilerine gönül alıcı bir söz söyle.”[22]

“İnsanlara güzel söz söyleyin; insanlarla güzellikle konuşun.”[23]

“Kullarıma söyle, en güzel şekilde konuşsunlar; sözün en güzelini söylesinler. Çünkü şeytan, insanların aralarını açmak için her zaman fırsat kollamaktadır. Şeytan gerçekten insanın apaçık düşmanıdır.”[24]

“Tatlı söz yılanı ininden, acı söz insanı dininden çıkarır” denilmiştir.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder